Cengiz, İstanbul’un kalabalık bir caddesinde yürürken eski bir dostu olan Mehmet'e rastladı. İki arkadaş uzun süredir görüşmemişti, bu yüzden Cengiz ve Mehmet bir kafede oturup sohbet etmeye karar verdiler. Konuşmaları eski günlere, anılara ve gelecek planlarına uzandı.

Cengiz, Mehmet’e içindeki yazma tutkusundan bahsetti. Küçüklüğünden beri hikayeler yaratmayı sevmişti. Mehmet, Cengiz'in bu tutkusunu desteklemek amacıyla ona ilham verecek bir öneride bulundu. Şehir dışında, doğayla iç içe bir yere gitmelerini ve bu huzurlu ortamda hikayeleri ile ilgili beyin fırtınası yapmalarını önerdi. Cengiz, bu fikri memnuniyetle kabul etti.

Ertesi hafta, iki arkadaş bir dağ evi kiralayarak yeni bir maceraya atıldılar. Doğanın sessizliğinde, Cengiz hayal gücünün derinliklerine inmeye başladı. Her sabah kuş cıvıltıları eşliğinde yazarken, Mehmet ona taze demlediği kahveyle eşlik ediyordu. Bu süreçte Cengiz, hayal ettiği karakterleri kağıda dökmeye başladı.

Günler geçtikçe, ilhamı arttı ve ayağı kırık olan bir kadının fırtınalı bir günde yaşadığı macerayı konu alan sağlam bir hikaye kaleme aldı. Mehmet ona sürekli destek vererek hikayesinin son şeklini almasına yardımcı oldu. Cengiz, hikayesini tamamladığında çok mutluydu ve bu hikayeye imza atmanın gururu ile evlerine döndüler.